5 Mart 2013 Salı

Bilimi Seviniz!



İnternetin hayatımızda yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkan bir furyadan bahsederek başlamak istiyorum: Sahte alıntılar. Daha açıklayıcı bir ifadeyle internet ortamında, özellikle facebook kanalıyla paylaşılan, ünlü bir kişiye ait olduğu iddia edilen ancak aslında olmayan sözler. Genellikle edebiyatçılar nasibini alıyor bu furyadan ama genel olarak bakıldığında Bukovski’den Mevlana’ya, Hz. Ali’den Neruda’ya, Tevfik Fikret’ten Che Guevara’ya kadar çok geniş bir yelpaze çıkıyor karşımıza. En fazla sömürüye malzeme olan kişinin Can Yücel olduğunu söylemek de yanlış olmaz sanırım.  Bu arada bilmeyenler için;

----- spoiler-----
Bağlanmıyacaksın, Can Yücel’in şiiri değildir!
----- spoiler-----


Neyse konumuz bu furyadan nasibini alanların kimler olduğu değil, hazır bilgiye ne kadar meyilli olduğumuz, araştırmadan, şüphe etmeden karşımıza çıkan bilgiyi sırf hoşumuza gittiği için benimseme eğilimimiz. Sizi bilmem ama ben üniversite özellikle de temel bilimler eğitimi almış kişilerin bile bu tür ‘paylaşım’larda bulunduğunu görünce kafamla klavyeyi parçalama arzumu zor zapt ediyorum. Neymiş, “ömür dediğin bir gündür, o da bugündür”müş! Peh!

Neyse klavyeyi gerçekten kırmadan konumuza geri dönelim. İnternet çıktı çıkalı bilgiye ulaşma hızımız oldukça arttı. Ancak devasa bir bilgi kirliliğini de beraberinde getirdi. Buna bir de ‘bilişsel cimri’liğimiz eklenince böyle trajikomik durumlar çıkıyor işte ortaya. Yani aslında hepimizin bilgiyi en kısa yoldan, en az enerjiyi sarf ederek edinme yönünde bir eğilimimiz var. Dileyenler ‘cimri’liği bir tarafa bırakıp sosyal psikoloji literatüründe ufak bir araştırma yaparak bilişsel cimrilik konusunda daha kapsamlı bilgi edinebilirler. Ben buradan biraz nostaljik sulara dalmak istiyorum: Peki ya internetten öncesi? Sahi ne yapıyorduk internet hayatımıza girmeden önce? (Evet sevgili genç okur, çocukluğunu ve dahi gençliğini internetsiz ve/veya bilgisayarsız geçiren bir nesil var hala hayatta ve hala pek yaşlı sayılmazlar) Araştırıyorduk tabii, ama oturduğumuz yerden değil; bilgisayar başından kalkmamız (tabi evde varsa) ve hatta evden çıkmamız gerekiyordu bunun için. Kitapçılara, kütüphanelere gitmemiz gerekiyordu mesela. Biraz zahmetli bir işti yani araştırmak. Can Yücel’in şiirlerini, Bukovski’nin düşüncelerini kendi kitaplarından okuduğumuz için de “ömür dediğin bir gündür” gibi zırvalar girmiyordu taze dimağlarımıza. 700 küsur sayfalık Tutunamayanlar’dan öğreniyorduk mesela ‘Olric’i ve onun “Peki efendimiz”den ibaret olmadığını.

Amacım, eski iyidir gibi muhafazakâr bir yargıya varmak değil kesinlikle ve bilgiye ulaşmanın kolaylaşması tabii ki iyi bir şey. Derdim hazır bilgiye karşı biraz daha uyanık olmamız gerektiği. Bir ara şöyle mailler vardı mesela: Oturduğunuz yere dikkat edin, AIDS mikrobu bulaştıran iğne olabilir. Ya da şu: Kola kutularının üzerindeki fare sidiğiyle bilmem ne hastalığı bulaşıyor. Bunlar gibi daha niceleri hepimizin posta kutularını şenlendirmişti ve şenlendirmeye devam ediyor hala. Hepsinin ortak noktası hiçbir kaynak gösterilmemesi, yazarının belli olmaması, inandırmak için “inanılır gibi değil ama doğru” gibi ifadelere yer vermesi ve bence en önemlisi kaygı uyandırması. Sonuç: Yanlış bilgiye çok kısa bir sürede çok geniş bir kitle inanır ve bilgi yayılır.

‘Contorium Gerçeği’ diye bir sansasyon yaşadı bu ülke1. Can Yücel’e ait olmayan bir şiir, onun adıyla Milli Eğitim Bakanlığının 10. sınıf Dil ve Anlatım kitabında yer aldı2. Yine Can Yücel’e ait olmayan bir şiir, bir milletvekili tarafından başbakana hediye edildi3. Bunlar sadece internetin sebep olduğu trajediler. Bir de ondan bağımsız olanlar veya internet kanalıyla güçlenen ‘hurafeler’ var. Astroloji, fal, medyumluk, UFO’lar, telepati,  astral seyahat, reenkarnasyon, vs… Bu konularda nedenler biraz daha farklı bir biçime dönüşürken sonuçlar aynı. Gerçek olmayan,  yanlış bilgiler, yanlış inançlar ve bunlara inanan hatırı sayılır ölçüde geniş bir kitle…

Bütün bunları niye anlatıyorum? Çünkü yanlış bilginin veya hurafelerin yayılmasından hepimiz sorumluyuz. Dolaylı veya dolaysız olarak. Çok iyi biliyorum ki hepimiz kendi mesleğimizle ilgili yanlış bilgilendirme söz konusu olduğunda oldukça duyarlıyız. Psikolojiyle uzaktan yakından alakası olmayan konuların psikoloji adı altında sunulmasına veya psikoloji biliminin ortaya koyduğu bulguların çarpıtılmasına karşı oldukça hassasız. Peki, aynı duyarlılığı diğer alanlarda veya konularda da göstermemiz gerekmiyor mu? Psikolog kimliğimizi oluşturan şeyin ya da psikolog olmamızı sağlayan yöntemin bilim olduğunu unutmamamız ve yanlış bilgilerin, hurafelerin yayılmasına karşı çıkmamız mesela? Yukarıda saydığım hurafeler uzun vadede bizim alanımıza da zarar vermeyecek mi? Hatta vermiyor mu? Bu ülkede kaç kişi sorunlarını çözmek için psikolog yerine falcıya, hacıya, hocaya başvuruyor? Daha yeni, bu ülkenin bir bakanı “Evrimi tabii ki sansürleyeceğim, yukarıda Allah var” demedi mi4? Evrimin psikolojiyle ne alakası var demesin kimse, sakın, ıslak odun yanımda!

Demem o ki bize onca yıl boyunca psikolojinin pozitif bir bilim olduğu ve yönteminin bilimsel yöntem olduğu boşu boşuna öğretilmedi. Günlük hayatımızda sorgulamayan, araştırmayan, kaynağını ve doğruluğunu bilmeden hazır bilgiyi kabul eden insanlar olursak yani bilimsel yöntemi hayatımıza geçiremezsek onca yıl aldığımız eğitimi de, harcadığımız çabayı da çöpe atmış oluruz.

Peki ne yapmalı? Çok basit: ‘Paylaş’ veya ‘forward’a basmadan önce birkaç saniye düşünmek yeterli. “Doğru mu acaba?” diye akıldan geçirmek. İnanın düşünmek çok zor bir iş değil. Bir süre düşününce alışıyorsunuz hatta, bağımlılık yapıyor.

Daha ileri teknikler içinse şunlara bir göz atın derim:






Şöyle de yararlı bir site var mesela: http://yalansavar.org/
Son söz yukarıdaki videodan: “Bilim dünyanın işleyişini kavramak için keşfedilen en iyi araçtır.”
Bilimin sizinle olması dileğiyle…

Dipnotlar:
      1. Önce videoyu izlemenizi, altındaki açıklamayı sonra okumanızı tavsiye ederim. http://www.youtube.com/watch?v=O19vxUE0QDQ

1 yorum:

  1. herhangi bir psikoloji dersi anlatan hocanın çoğunlukla kullandığı ' yapılan araştırmalara göre' ile başlayan cümlelerle verdiği 'bilimsel' örnekler dinleyici olan biz öğrenciler üzerinde bıraktığı iz; 'hımm bak şimdi son derece bilimsel pozitif bilimlere uygun bir yöntemle ortaya çıkmış örnek verildi. ee tabi ben de bu örneği kabul etmesem de şimdi kalkıp itiraz etmem abesle iştigal eder, zinhar suç sayılır', haleti ruhiyesi yaratmasını tersine bir örnek olarak vermek isterim.

    YanıtlaSil