İnternetin hayatımızda yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte
ortaya çıkan bir furyadan bahsederek başlamak istiyorum: Sahte alıntılar. Daha
açıklayıcı bir ifadeyle internet ortamında, özellikle facebook kanalıyla
paylaşılan, ünlü bir kişiye ait olduğu iddia edilen ancak aslında olmayan
sözler. Genellikle edebiyatçılar nasibini alıyor bu furyadan ama genel olarak
bakıldığında Bukovski’den Mevlana’ya, Hz. Ali’den Neruda’ya, Tevfik Fikret’ten
Che Guevara’ya kadar çok geniş bir yelpaze çıkıyor karşımıza. En fazla sömürüye
malzeme olan kişinin Can Yücel olduğunu söylemek de yanlış olmaz sanırım. Bu arada bilmeyenler için;
----- spoiler-----
Bağlanmıyacaksın, Can
Yücel’in şiiri değildir!
----- spoiler-----
Neyse konumuz bu furyadan nasibini alanların kimler olduğu
değil, hazır bilgiye ne kadar meyilli olduğumuz, araştırmadan, şüphe etmeden
karşımıza çıkan bilgiyi sırf hoşumuza gittiği için benimseme eğilimimiz. Sizi
bilmem ama ben üniversite özellikle de temel bilimler eğitimi almış kişilerin
bile bu tür ‘paylaşım’larda bulunduğunu görünce kafamla klavyeyi parçalama
arzumu zor zapt ediyorum. Neymiş, “ömür dediğin bir gündür, o da bugündür”müş!
Peh!
Neyse klavyeyi gerçekten kırmadan konumuza geri dönelim. İnternet
çıktı çıkalı bilgiye ulaşma hızımız oldukça arttı. Ancak devasa bir bilgi
kirliliğini de beraberinde getirdi. Buna bir de ‘bilişsel cimri’liğimiz
eklenince böyle trajikomik durumlar çıkıyor işte ortaya. Yani aslında hepimizin
bilgiyi en kısa yoldan, en az enerjiyi sarf ederek edinme yönünde bir
eğilimimiz var. Dileyenler ‘cimri’liği bir tarafa bırakıp sosyal psikoloji
literatüründe ufak bir araştırma yaparak bilişsel cimrilik konusunda daha
kapsamlı bilgi edinebilirler. Ben buradan biraz nostaljik sulara dalmak
istiyorum: Peki ya internetten öncesi? Sahi ne yapıyorduk internet hayatımıza
girmeden önce? (Evet sevgili genç okur, çocukluğunu ve dahi gençliğini
internetsiz ve/veya bilgisayarsız geçiren bir nesil var hala hayatta ve hala
pek yaşlı sayılmazlar) Araştırıyorduk tabii, ama oturduğumuz yerden değil;
bilgisayar başından kalkmamız (tabi evde varsa) ve hatta evden çıkmamız
gerekiyordu bunun için. Kitapçılara, kütüphanelere gitmemiz gerekiyordu mesela.
Biraz zahmetli bir işti yani araştırmak. Can Yücel’in şiirlerini, Bukovski’nin
düşüncelerini kendi kitaplarından okuduğumuz için de “ömür dediğin bir gündür”
gibi zırvalar girmiyordu taze dimağlarımıza. 700 küsur sayfalık
Tutunamayanlar’dan öğreniyorduk mesela ‘Olric’i ve onun “Peki efendimiz”den
ibaret olmadığını.
Amacım, eski iyidir gibi muhafazakâr bir yargıya varmak
değil kesinlikle ve bilgiye ulaşmanın kolaylaşması tabii ki iyi bir şey. Derdim
hazır bilgiye karşı biraz daha uyanık olmamız gerektiği. Bir ara şöyle mailler vardı
mesela: Oturduğunuz yere dikkat edin, AIDS mikrobu bulaştıran iğne olabilir. Ya
da şu: Kola kutularının üzerindeki fare sidiğiyle bilmem ne hastalığı
bulaşıyor. Bunlar gibi daha niceleri hepimizin posta kutularını şenlendirmişti
ve şenlendirmeye devam ediyor hala. Hepsinin ortak noktası hiçbir kaynak
gösterilmemesi, yazarının belli olmaması, inandırmak için “inanılır gibi değil
ama doğru” gibi ifadelere yer vermesi ve bence en önemlisi kaygı uyandırması.
Sonuç: Yanlış bilgiye çok kısa bir sürede çok geniş bir kitle inanır ve bilgi
yayılır.
‘Contorium Gerçeği’ diye bir sansasyon yaşadı bu ülke1.
Can Yücel’e ait olmayan bir şiir, onun adıyla Milli Eğitim Bakanlığının 10.
sınıf Dil ve Anlatım kitabında yer aldı2. Yine Can Yücel’e ait
olmayan bir şiir, bir milletvekili tarafından başbakana hediye edildi3. Bunlar
sadece internetin sebep olduğu trajediler. Bir de ondan bağımsız olanlar veya
internet kanalıyla güçlenen ‘hurafeler’ var. Astroloji, fal, medyumluk,
UFO’lar, telepati, astral seyahat,
reenkarnasyon, vs… Bu konularda nedenler biraz daha farklı bir biçime
dönüşürken sonuçlar aynı. Gerçek olmayan, yanlış bilgiler, yanlış inançlar ve bunlara
inanan hatırı sayılır ölçüde geniş bir kitle…
Bütün bunları niye anlatıyorum? Çünkü yanlış bilginin veya
hurafelerin yayılmasından hepimiz sorumluyuz. Dolaylı veya dolaysız olarak. Çok
iyi biliyorum ki hepimiz kendi mesleğimizle ilgili yanlış bilgilendirme söz
konusu olduğunda oldukça duyarlıyız. Psikolojiyle uzaktan yakından alakası
olmayan konuların psikoloji adı altında sunulmasına veya psikoloji biliminin
ortaya koyduğu bulguların çarpıtılmasına karşı oldukça hassasız. Peki, aynı
duyarlılığı diğer alanlarda veya konularda da göstermemiz gerekmiyor mu? Psikolog
kimliğimizi oluşturan şeyin ya da psikolog olmamızı sağlayan yöntemin bilim
olduğunu unutmamamız ve yanlış bilgilerin, hurafelerin yayılmasına karşı
çıkmamız mesela? Yukarıda saydığım hurafeler uzun vadede bizim alanımıza da
zarar vermeyecek mi? Hatta vermiyor mu? Bu ülkede kaç kişi sorunlarını çözmek
için psikolog yerine falcıya, hacıya, hocaya başvuruyor? Daha yeni, bu ülkenin
bir bakanı “Evrimi tabii ki sansürleyeceğim, yukarıda Allah var” demedi mi4?
Evrimin psikolojiyle ne alakası var demesin kimse, sakın, ıslak odun yanımda!
Demem o ki bize onca yıl boyunca psikolojinin pozitif bir
bilim olduğu ve yönteminin bilimsel yöntem olduğu boşu boşuna öğretilmedi. Günlük
hayatımızda sorgulamayan, araştırmayan, kaynağını ve doğruluğunu bilmeden hazır
bilgiyi kabul eden insanlar olursak yani bilimsel yöntemi hayatımıza
geçiremezsek onca yıl aldığımız eğitimi de, harcadığımız çabayı da çöpe atmış
oluruz.
Peki ne yapmalı? Çok basit: ‘Paylaş’ veya ‘forward’a
basmadan önce birkaç saniye düşünmek yeterli. “Doğru mu acaba?” diye akıldan
geçirmek. İnanın düşünmek çok zor bir iş değil. Bir süre düşününce
alışıyorsunuz hatta, bağımlılık yapıyor.
Şöyle de yararlı bir site var mesela: http://yalansavar.org/
Son söz yukarıdaki videodan: “Bilim dünyanın işleyişini kavramak için keşfedilen en iyi araçtır.”
Bilimin sizinle olması dileğiyle…
Dipnotlar:
1. Önce videoyu izlemenizi, altındaki açıklamayı sonra okumanızı tavsiye ederim. http://www.youtube.com/watch?v=O19vxUE0QDQ
herhangi bir psikoloji dersi anlatan hocanın çoğunlukla kullandığı ' yapılan araştırmalara göre' ile başlayan cümlelerle verdiği 'bilimsel' örnekler dinleyici olan biz öğrenciler üzerinde bıraktığı iz; 'hımm bak şimdi son derece bilimsel pozitif bilimlere uygun bir yöntemle ortaya çıkmış örnek verildi. ee tabi ben de bu örneği kabul etmesem de şimdi kalkıp itiraz etmem abesle iştigal eder, zinhar suç sayılır', haleti ruhiyesi yaratmasını tersine bir örnek olarak vermek isterim.
YanıtlaSil