25 Nisan 2013 Perşembe

Türkiye'de Sosyal Psikolojinin (A)Sosyalliği



Yazının başlığına bakarak bunun akademik bir yazı olacağını düşünenler var ise baştan söyleyeyim: “Bu yazı, akademik bir çalışma değildir; sadece yaptığım akademik okumalardan edinilmiş kısa çıkarımlardan oluşmaktadır.”

Yirminci yüzyılın başlarında psikoloji ve sosyolojinin birlikteliğinden dünyaya gelen sosyal psikolojinin, ne olduğu, neye nasıl çalışacağı gibi konularda halen tam bir uzlaşma sağlanamamış ise de genel itibariyle sosyal psikolojiyi; sosyal davranışın açıklanması, toplumsal düzeyde bireyin aldığı rol ve toplumsal süreçlerin birey üzerindeki etkilerini inceleyen bilim dalı olarak tanımlamamız mümkündür. Bu genel tanımı üzerinden bakıldığında aslında sosyal psikolojinin, içinde bireyin yer aldığı tüm meseleleri kendisine çalışma başlığı olarak seçebileceği görülecektir. Peki, bu gerçekten böyle midir? Genel olarak dünyada özelde ise Türkiye’de sosyal psikoloji bunu başarabilmiş midir?
Sosyal psikoloji tarihine bakıldığında özellikle ikinci dünya savaşından sonra sosyal psikolojinin ciddi bir ilerleme gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında farklı değişkenlerin etkilerinin olduğu aşikârdır. Fakat insanoğlunun (teknolojinin de desteğiyle) ikinci dünya savaşı sırasında ve öncesinde verdiği kötü sınavın bu gelişimi sağlamada belirleyici olduğu kanaatindeyim. Bu savaşın durduk yere çıkmadığı ve milyonlarca insanın katledilmesinde birey-toplum etkileşiminin olduğunu düşünen sosyal psikologlar bu fenomeni çalışmak için hem merak hem de çalışma ortamı buldular. Nitekim sosyal psikoloji tarihinin köşe taşlarından olan Hovland’ın tutum çalışmaları, Asch ve Şerif’in uyma, Milgram’ın itaat ve hatta Zimbardo’nun cezaevi deneyleri ikinci dünya savaşı sırasında en karanlık yüzünü gösteren insanoğlunu anlamaya yönelik çalışmalar olarak ortaya çıkmıştır.


Yukarıdaki deneylerin yapıldığı tarihlerde Türkiye’de de psikoloji çalışmaları başlamış ve bazı üniversitelerde lisans eğitimi verilmeye başlanmıştı. Bugün ülkemizde bu alanda hizmet veren binlerce psikolog ve yüzlerce akademisyen bulunmaktadır. Çok sayıda araştırma ve akademik çalışma yapılmış ve halen yapılmaktadır. Buna karşın, ikinci dünya savaşı dönemindeki gelişmelere benzer bir gelişme Türkiye’de yaşanmamıştır.

Türkiye’de sosyal psikoloji alanındaki çalışmalar çok dar ve ülkenin gerçeğinden uzak kalmıştır. Akademi bağımsız olma gayreti içerisinde (ki bunun içinde de politik bir duruş yatmaktadır) ülkedeki çok önemli gelişmelere duyarsız kalmış ve bunun sonucunda da kendi ülke gerçeğine uzak Amerikan sosyal psikoloji anlayışının kötü bir kopyası ortaya çıkmıştır. Bu kopya sosyal psikoloji anlayışının sorunlu olmasının iki nedeni vardır. Birincisi; daha önceden değinildiği gibi toplumsal değişimi ve dinamiği anlamaktan uzak bir anlayış olması (ülkedeki gelişmelere bu kadar duyarsız bir başka psikoloji camiası var mıdır?) ikincisi ise; kötü bir kopya olmasıdır. Çünkü tamamıyla kopya edilmiş bir yaklaşım olsaydı Amerika’da önyargı, ayrımcılık, gruplar arası süreçler ile ilgili çalışmaların benzerleri Türkiye’de de yapılırdı. Türk Psikoloji Derneği’nin bilimsel yayınlarından Kürtler, aleviler, eşcinseller, Çingeneler vb. birçok azınlık grubuyla ilgili ne kadar çalışma yapıldığını incelemek, akademinin bu konulara ne kadar mesafeli durduğunu anlamamız için bir gösterge olabilir.

Türkiye psikoloji camiasının bu kadar duyarsız kalmasının nedenleri üzerinde çok şey söylenebilir. Bu nedenler; ülkenin siyasi ortamı, darbeler, akademi-iktidar ilişkisi, sosyo-politik olguların aşırı politikleştirilmesi ve akademinin sivil toplum ile olan mesafesi olarak görülebilir. Bu nedenleri teker teker irdelemek için yeterli zamanımız ve yerimiz olmadığından belki de bunu bir başka yazının konusu olarak erteleyebiliriz.

Sonuç olarak; iletişim, ulaşım, şehirleşme ve daha birçok nedenden dolayı Türkiye’nin toplumsal, siyasi ve ekonomik yapısı son yıllarda çok hızlı bir değişim süreci içerisindedir. Toplumsal yapıdaki bu değişimler araştırma nesnesi insan olan psikoloji bilimini de doğal olarak yakından ilgilendirmektedir. Türkiye psikoloji camiası da daha önce ihmal ettiği gruplar üzerine çalışma fırsatını ve sorumluluğunu elinden kaçırmamalıdır. Türkiye’nin sosyal, siyasi ve ekonomik konjonktürü bu tür çalışmaların yapılması için eskiye nazaran daha uygun haldedir. Psikoloji camiası da hem geçmişin hatalarını ortadan kaldırmak hem de temel araştırma nesnesi olan insana yönelmek için böyle bir dönüşüm gerçekleştirmek durumundadır. Genelde psikoloji özelde ise sosyal psikoloji alanları bu asosyalliklerinden kurtulamadıkları, insan yaşamına dokunup içerisine nüfuz etmedikleri sürece insana teğet geçmeye devam edeceklerdir.

1 yorum:

  1. Ercan hocam, çok güzel bir noktaya değindiğini düşünüyorum. Emeğine sağlık :)

    YanıtlaSil