Yazının
başlığına bakarak bunun akademik bir yazı olacağını
düşünenler var ise baştan söyleyeyim: “Bu yazı, akademik bir
çalışma değildir; sadece yaptığım akademik okumalardan
edinilmiş kısa çıkarımlardan oluşmaktadır.”
Yirminci
yüzyılın başlarında psikoloji ve sosyolojinin birlikteliğinden
dünyaya gelen sosyal psikolojinin, ne olduğu, neye nasıl
çalışacağı gibi konularda halen tam bir uzlaşma sağlanamamış
ise de genel itibariyle sosyal psikolojiyi; sosyal davranışın
açıklanması, toplumsal düzeyde bireyin aldığı rol ve toplumsal
süreçlerin birey üzerindeki etkilerini inceleyen bilim dalı
olarak tanımlamamız mümkündür. Bu genel tanımı üzerinden
bakıldığında aslında sosyal psikolojinin, içinde bireyin yer
aldığı tüm meseleleri kendisine çalışma başlığı olarak
seçebileceği görülecektir. Peki, bu gerçekten böyle midir?
Genel olarak dünyada özelde ise Türkiye’de sosyal psikoloji bunu
başarabilmiş midir?
Sosyal
psikoloji tarihine bakıldığında özellikle ikinci dünya
savaşından sonra sosyal psikolojinin ciddi bir ilerleme gösterdiği
ortaya çıkmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında farklı
değişkenlerin etkilerinin olduğu aşikârdır. Fakat insanoğlunun
(teknolojinin de desteğiyle) ikinci dünya savaşı sırasında ve
öncesinde verdiği kötü sınavın bu gelişimi sağlamada
belirleyici olduğu kanaatindeyim. Bu savaşın durduk yere çıkmadığı
ve milyonlarca insanın katledilmesinde birey-toplum etkileşiminin
olduğunu düşünen sosyal psikologlar bu fenomeni çalışmak için
hem merak hem de çalışma ortamı buldular. Nitekim sosyal
psikoloji tarihinin köşe taşlarından olan Hovland’ın tutum
çalışmaları, Asch ve Şerif’in uyma, Milgram’ın itaat ve
hatta Zimbardo’nun cezaevi deneyleri ikinci dünya savaşı
sırasında en karanlık yüzünü gösteren insanoğlunu anlamaya
yönelik çalışmalar olarak ortaya çıkmıştır.
Yukarıdaki
deneylerin yapıldığı tarihlerde Türkiye’de de psikoloji
çalışmaları başlamış ve bazı üniversitelerde lisans eğitimi
verilmeye başlanmıştı. Bugün ülkemizde bu alanda hizmet veren
binlerce psikolog ve yüzlerce akademisyen bulunmaktadır. Çok
sayıda araştırma ve akademik çalışma yapılmış ve halen
yapılmaktadır. Buna karşın, ikinci dünya savaşı dönemindeki
gelişmelere benzer bir gelişme Türkiye’de yaşanmamıştır.
Türkiye’de
sosyal psikoloji alanındaki çalışmalar çok dar ve ülkenin
gerçeğinden uzak kalmıştır. Akademi bağımsız olma gayreti
içerisinde (ki bunun içinde de politik bir duruş yatmaktadır)
ülkedeki çok önemli gelişmelere duyarsız kalmış ve bunun
sonucunda da kendi ülke gerçeğine uzak Amerikan sosyal psikoloji
anlayışının kötü bir kopyası ortaya çıkmıştır. Bu kopya
sosyal psikoloji anlayışının sorunlu olmasının iki nedeni
vardır. Birincisi; daha önceden değinildiği gibi toplumsal
değişimi ve dinamiği anlamaktan uzak bir anlayış olması
(ülkedeki gelişmelere bu kadar duyarsız bir başka psikoloji
camiası var mıdır?) ikincisi ise; kötü bir kopya olmasıdır.
Çünkü tamamıyla kopya edilmiş bir yaklaşım olsaydı Amerika’da
önyargı, ayrımcılık, gruplar arası süreçler ile ilgili
çalışmaların benzerleri Türkiye’de de yapılırdı. Türk
Psikoloji Derneği’nin bilimsel yayınlarından Kürtler, aleviler,
eşcinseller, Çingeneler vb. birçok azınlık grubuyla ilgili ne
kadar çalışma yapıldığını incelemek, akademinin bu konulara
ne kadar mesafeli durduğunu anlamamız için bir gösterge olabilir.
Türkiye
psikoloji camiasının bu kadar duyarsız kalmasının nedenleri
üzerinde çok şey söylenebilir. Bu nedenler; ülkenin siyasi
ortamı, darbeler, akademi-iktidar ilişkisi, sosyo-politik olguların
aşırı politikleştirilmesi ve akademinin sivil toplum ile olan
mesafesi olarak görülebilir. Bu nedenleri teker teker irdelemek
için yeterli zamanımız ve yerimiz olmadığından belki de bunu
bir başka yazının konusu olarak erteleyebiliriz.
Sonuç
olarak; iletişim, ulaşım, şehirleşme ve daha birçok nedenden
dolayı Türkiye’nin toplumsal, siyasi ve ekonomik yapısı son
yıllarda çok hızlı bir değişim süreci içerisindedir.
Toplumsal yapıdaki bu değişimler araştırma nesnesi insan olan
psikoloji bilimini de doğal olarak yakından ilgilendirmektedir.
Türkiye psikoloji camiası da daha önce ihmal ettiği gruplar
üzerine çalışma fırsatını ve sorumluluğunu elinden
kaçırmamalıdır. Türkiye’nin sosyal, siyasi ve ekonomik
konjonktürü bu tür çalışmaların yapılması için eskiye
nazaran daha uygun haldedir. Psikoloji camiası da hem geçmişin
hatalarını ortadan kaldırmak hem de temel araştırma nesnesi olan
insana yönelmek için böyle bir dönüşüm gerçekleştirmek
durumundadır. Genelde psikoloji özelde ise sosyal psikoloji
alanları bu asosyalliklerinden kurtulamadıkları, insan yaşamına
dokunup içerisine nüfuz etmedikleri sürece insana teğet geçmeye
devam edeceklerdir.
Ercan hocam, çok güzel bir noktaya değindiğini düşünüyorum. Emeğine sağlık :)
YanıtlaSil