4 Şubat 2013 Pazartesi

Film Gösterimi "12 Kızgın Adam"



12 Öfkeli Adam, Sidney Lumet'in yönettiği 1957 yapımı bir drama filmidir. Film, sıradan bir davada jüri üyelerinin karar verme süreçlerini ele almaktadır. Filmde; bir jüri üyesinin, şüphelinin suçsuzluğu konusunda jürinin diğer üyelerini ikna etme çabaları etkili bir dille ekrana yansıtılır. Film neredeyse sadece bir set kullanılarak çekilmiş olma özelliği ile dikkati çekmektedir. Filmin başında ve sonundaki üç dakikalık gösterim süresi ve bitişikteki lavabo sahneleri dışında bütün filmde mekân olarak sadece jüri odası kullanılır.
Neredeyse hiç isim kullanılmayan filmde, davalı "çocuk", tanıklar da "yaşlı adam" ve "karşı sokaktaki kadın" şeklinde anılır. Jüri üyeleri birbirlerine isimleri ile değil 1, 3 ya da 8 gibi numaralarını kullanarak  hitap ederler.


Hikaye, bir cinayet davasında yargıcın jüriye talimatlar verdiği kapanış konuşmasının sonrasında başlar. Amerikan yasalarına göre jürinin sanık hakkında vereceği suçlu ya da suçsuz olduğu kararı, oybirliği ile alınmalıdır. Oybirliği ile alınmamış olan karar jürinin kendini feshetmesi ve davanın yeniden görülmesi anlamına gelir. Jürinin karara bağlaması gereken konu, şehrin fakir bölgesinde yaşayan bir çocuk zanlının babasını öldürüp öldürmediğidir. Jüri ayrıca sanığın suçlu bulunması halinde uygulanacak cezanın elektrikli sandalye ile idam edilmek olduğu konusunda da bilgilendirilir. Sonrasında on iki jüri üyesi davayı tartışacakları ve birbirlerinin kişiliğini tanıyacakları jüri odasına girerler.

Film, jüri üyelerinin, bazı durumlarda önyargılara dayanan, oybirliğine ulaşma yolunda karşılaştıkları zorluklar etrafında döner. 8. jüri üyesi ilk oylamada farklı bir görüş bildirir. Bu  jüri üyesi, delillerin ikinci dereceden olduğunu ve çocuğun adil bir tartışmayı hak ettiğini belirtir. Sorgulamaya, sadece iki cinayet tanığının olmasının güvenilirliği ve kesinliği, cinayette kullanılan bıçağın belirtildiği gibi eşsiz olmaması (cinayette kullanılan bıçağın aynısını cebinden çıkararak diğer üyelere gösterir) ve diğer şüpheli durumları göz önüne alarak başlar.
Sekiz numaralı jüri üyesinin en azılı rakipleri 3. 4. ve 10. jüri üyeleri, çocuğun bahanesinin berbat olduğunu, cinayet gecesi gittiğini iddia ettiği film hakkında herhangi bir ayrıntı hatırlamadığını ve babasını öldürmek için yeterince motivasyonunun olduğunu belirtirler. Çocuğun suçsuz olduğunu savunanlar, onun hafıza eksikliği yaşamasının panik atak ile açıklanabileceğini, ayrıca mahkeme salonunda cinayete tanık olduğunu iddia eden  yaşlı adamın ilgi çekmeye çalışmış olabileceğini ve diğer bir tanığın ise cinayete gözünde gözlükleri yokken tanık olmuş olabileceğini; dolayısıyla bu kişilerin güvenilir bir tanık olmadığını ifade ederler. Tartışma  devam ederken jüri üyeleri de 9., 5., 11., 2., 6., 7., 12., 1., 4., 10., ve son olarak da 3. jüri üyeleri sırasıyla suçsuz kararına doğru yönelmeye başlarlar.

''Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır'' (Mevlana). Filmin başında yargılanan çocuk hakkındaki tanıtıcı bilgilerden yola çıkan jüri üyeleri, “Islah evinde yetişenler, böyleleri yalancı doğar; kenar mahallede doğan suçlu olur.”gibi ifadelerle var olan ön yargılarını su yüzüne çıkarmışlardır. Bu film, insanın  ‘biricik’ olduğundan bihaber kişilerin,  yargısız infazı ne kadar da kolay yapabileceğini gözler önüne seriyor. Belki de en kötü kararlar, önyargılarla hareket ederek yapılan insan hakkındaki yargılamalardır. “Her ne zaman ön yargıyı göz ardı edemezseniz, gerçekliği göz ardı edersiniz.” (Filmden) Var olan ön yargılarımız, aynı yöndeki inancımızı destekleyecek bilgileri arayarak, dikkatimizi onların üzerinde yoğunlaştırmamıza neden olur. Farkında olmadan ön yargılarımız ile yaşamak;  haklı ile haksızı, doğru ile yanlışı ayırt etmemize engel olan bir görme kusuruna sahip olmaktır.

Jüri üyelerinin çoğunluğunun ‘ben odaklı’, empatiden ve merhametten yoksun olduğu sırada, 8. jüri üyesinin  “Sen yargılanıyor olsaydın?” gibi empatik bir müdahalede bulunması da dikkatimizi çeken bir diğer önemli nokta oldu.

Birilerini suçlamak her zaman hak vermekten daha kolay değil midir? Hak verebilmek sağlam bir ego gücünü gerektirir. Diğer taraftan doğru yargılama yapabilmek için kişinin kendisi ile ilgili farkındalığının da olması gerekir. 22 yaşındaki oğluna öfkeli olan jüri üyesi, oğlu ile şüpheli arasında özdeşim kuruyor ve oğluna yönelik tüm cezalandırma arzusunu yargılanan çocuğa yansıtıyor. Ayrıca  iç görüsü oldukça düşük olan bu jüri üyesi , çocuğun suçlu olduğu noktasında diğer jüri üyelerine  direniyor. Ancak, bu jüri üyeleri, aşırı öfkeli olduğu dikkat çeken bu adamın yaşadığı içsel süreçlerden tamamen habersizdirler.  Kendini affedemeyen başkasını da affedemez ve karşısındakini kolaylıkla suçlayabilir. Bu jüri üyesinin de oğlu ile olan ilişkisinde kendisini de suçladığı noktaların olabileceği de düşünülebilir.

Cinayeti duyduğunu söyleyen yaşlı adamla empati kuran jürideki yaşlı adam onun ünlenmek için böyle bir şey yapabileceğini söylüyor. Böyle bir ifadeyi, yaşlı adamın bilinçdışı olarak kendisini buna inandırmış olabileceğini ve bu sayede de ikincil kazanç elde edebileceği şeklinde yorumlayabiliriz. O yaşına kadar silik bir hayat süren yaşlı tanık, böyle bir cinayete tanıklık ederek bir noktada halk kahramanı olarak da ünlenebilecektir. Ancak bunu bilinçli olarak yapmıyor olabilir; yani algılarını yanlış yorumlayarak gerçekten cinayeti gördüğüne inanıyor olabilir.

Eric Berne’nin Transaksiyonel Analiz kuramındaki benlik durumlarını bazı sahnelerde çok net olarak görebiliyoruz. 8 numaralı jüri üyesi işini tüm kurallara uygun olarak, yaptıkları işin bir insanın hayatını değiştireceği farkındalığıyla yapıyor; dolayısıyla 8. jürinin yetişkin benlik durumunda olduğunu görüyoruz. 3 numaralı jüri üyesi sürekli ‘ceza verilmeli’ ifadeleriyle ebeveyn benlik durumunda iken; 7 numaralı jüri üyesi ise sırf maça gidebilmek için oyunu çocuk hakkında ‘suçlu’ şeklinde değiştirebiliyor ve benliğinin çocuk yanı ile hareket etmiş olduğu hissini veriyor.

''En büyük güç "düşüncedir". Ve bir düşünceyi asla zor kullanarak yok edemezsiniz. Yapabileceğiniz tek şey; karşıt bir düşünce ile onu ortadan kaldırmaktır.'' (http://www.sinemalar.com/film/1358/12-kizgin-adam) Toplum içerisindeki bireylerin düşünmeksizin başkalarının fikir ve isteklerine uyum sağlaması olarak tanımlanan ‘sürü psikolojisini’ filmde genel anlamda görüyoruz;- tek bir jüri üyesi dışında. Diğer taraftan çoğunluk suçlu dediği için tek kalan jüri üyesinin, çoğunluğun otorite figürünü oluşturabileceği bir ortamda onlara itaat etmesini hem çoğunluk hem de biz izleyiciler bekledik. Ancak 8. Jüri üyesi suçlu olup olmadığından emin değilim diyerek hem karşıt olmaktan sakındı hem de herkesi düşünmeye teşvik etti.

Bazen küçücük bir gülümseme ya da kızgınlık bile bir insanın hayatına dokunmaya yetebiliyor. Hayatımızın her döneminde farklı sorumlukları yerine getirmeye çalışırken kusursuz işler çıkarmaksa çok da kolay olmayabiliyor. Ancak yaptığımız işlerin sonuçlarının neler olabileceği farkındalığı ile yaşamak birçok insanın hayatında olumlu etkiler yaratabilirken; bilinçsizce attığımız her adım ise bir gün bir yerde birilerine zarar verecek sonuçlar doğurabiliyor. Bu bağlamda, “12 Öfkeli Adam” her ne koşulda olursak olalım sorumluluklarımızla ilgili farkındalığımızı ve düşünebilmeye dair cesaretimizi arttıran kişisel gelişimimiz için izlenilmesi gereken bir klasiktir.
                                                                                                                                     
                                                                                                                                                         Sezin

Kaynaklar:
http://www.sinemalar.com/film/1358/12-kizgin-adam
http://tr.wikipedia.org/wiki/12_%C3%96fkeli_Adam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder